7 Nisan 2019 Pazar

Paris'ten Çiçeklerle - Sarah Jio



Merhabalar! Bugünlerde buraya daha sık uğrayabildiğim için mutluyum. Tabii ki, kitap okumaya biraz daha fazla zaman ayırabildiğim için de... Bunda bileğimdeki sorun yüzünden bir süredir örgü öremememin de rolü büyük. Bu yazıyı da bileklik ile yazıyorum. Ama ben kaşındım, amigurumi örmeye çalışmayacaktım... Sonuç olarak, bu aralar daha çok kitap okuyup, daha çok film izliyorum.



Sarah Jio da en sevdiğim yazarlardan biridir. Özellikle, romanlarının iki ayrı dönemde geçmesi  ve karakterlerin bir şekilde birbiriyle ilintili olması çok hoşuma gider. Bu kitapta da iki ayrı zaman diliminde Paris'te yaşayan kadınların öyküleri anlatılıyor. 

Celine 1943 yılında Alman işgali altındaki Paris'te babası ve kızı Cosi ile yaşamaktadır. Çok sevdiği eşini yıllar önce bir trafik kazasında kaybetmiştir. Babası, anne tarafından Yahudi olduğu için oldukça tedirgindirler. Babasının çiçekçi dükkanında Almanlar'ın dikkatini çekmemeye çalışarak hayatlarını sürdürürler. Ama Nazi işgali altındaki Paris'te bu mümkün olabilir mi? 

Caroline ise 2009 Parisi'nde yaşamaktadır. Geçirdiği kazadan sonra hafızasını kaybetmiş, kim olduğunu bulmaya çalışmaktadır. Bu süreçte, sürekli gittiği restoranın sahibi Victor kendisine yardımcı olur. Caroline kimdir? Geçmişinde canını yakan şey nedir? Tabii ki, bunları anlatmayacağım, okuyun ve görün :))






ARKA KAPAK

Bu kitabı yazarken, karakterlerimin peşinden en etkileyici
kafelere, güzel balkonlara ve canım Paris manzaralarına
gittim. Bu seyahatte Montmartre'nin basamaklarına 
tırmandım, Rue de Cler pazarındaki renkli görüntülere 
hayranlıkla baktım, küçük ara sokaklardaki  gizli kafelerde
espresso yudumladım. Hepsi unutulmazdı.

Ama bu hikaye, çikolatalı kruvasanlardan ve bir bahar 
günündeki Eyfel Kulesi'nden daha derinlere iniyor. Bu
hikayenin sayfaları, 1940'lı yılların savaşla yıpranmış
Parisi'nde gönül yaralarını ve travmaları ele alıyor.
Günümüzde ise direnmeyi, affetmeyi ve sevmeyi
becerebilen veya beceremeyen karakterleri.

Bu kitap, benim Paris'e yazdığım aşk mektubum.Ve belki
bir gün, bir mektup daha yazarım. Şimdilik, hayal ettiğim
bu hikayenin, karakterlerin, Paris'in her şeyinin en ince 
detayına kadar keyfini çıkarmanızı umuyorum.



Son zamanlarda okuduğum en güzel, en dokunaklı romanlardan biriydi. Sarah Jio, kesinlikle kalemini konuşturmuş. İki ayrı dönemde yaşamış karakterlerin aynı sokaklarda dolaşmaları, aynı havayı solumaları, aynı kafelere gitmeleri... Celine, Cosi ve Caroline'nin yaşadıkları zaman zaman göz yaşı dökmeme neden oldu. Kitabın son sayfasına kadar merak içinde okudum. Ara ara bazı şeyleri tahmin eder gibi olduysam da, sonuna kadar sırrını saklayan olaylar çoğunlukta idi. 

Kitabı bitirir bitirmez, başka bir kitabın sayfaları arasında kaybolmadan önce, düşüncelerimi sıcağı sıcağına aktarmak istedim. Eğer böyle kitapları seviyorsanız, hemen okumanızı öneririm. Bu hikayeden sonra başka bir hikayenin içine dalmak epey zor olacak...

24 Mart 2019 Pazar

Tozlu Rüyalar Kitapçısı - Cynthia Swanson



Merhabalar! Bugün karşınıza uzun süredir kitaplığımda bekleyen bir kitap ile geldim. Tozlu Rüyalar Kitapçısı... Aslında kitabı bitireli de bayağı oluyor. Oturup yazmak için fırsat bulamadım ne yazık ki... 

Fotoğraftaki kalbi sevgililer günü için ben örmüştüm. Ama maalesef ördüğüm son şey oldu. Yine bileğimde sorun oluştu ve hiçbir şey öremiyorum. Bu durum, daha çok kitap okumam için fırsat oldu aslında. Bir de oturup düzenli bir şekilde buraya yazabilsem...


Neyse, lafı fazla uzatmadan kitaba döneyim en iyisi... Roman 60'lı yıllarda geçiyor. Kitty'nin en yakın arkadaşı ile birlikte kurduğu küçük bir kitapçı dükkanı var. Her ikisi de evlenmemiş, kendi ayakları üzerinde duran, idealleri olan iki genç kadın... Kitty, kedisi Aslan ile birlikte yalnız yaşıyor. Çok sevdiği anne ve babası da sık sık ziyaretine geliyor. Kitty, bir sabah uyandığında kendisini başka bir evde, evli ve çocuklu olarak buluyor. Bu durum onu korkutsa da, içinde bir yerlerde huzur veriyor. Uyandığı zaman bu rüyayı arkadaşına anlatmak istese de, cesaret edemiyor. Bu rüyaları sık sık görmeye başlıyor. Zamanla rüyasındaki kocasına aşık olduğunu fark ediyor. Gerçek hayatında da onu bulmak için araştırma yapıyor. Bir süre sonra bu rüyalar tüm benliğini kaplıyor ve gerçek hayatı ile rüyalarındaki hayatı birbirine karışıyor.


Evet kendime kadife kazak başlamıştım, ama o da yarım kaldı... Bu kitap da tıpkı bir önceki yazımda anlattığım film gibi, tercihlerimizin bizim ve başkalarının hayatını nasıl etkileyeceğini anlatıyor aslında. Üstelik filme bu kitabı okurken gitmiştim. Bu tesadüf beni biraz ürküttü açıkçası...

ARKA KAPAK

Beni rüyalar aleminde bırakma. Keşkelerin
yanılsamasından beni çekip al. Buna hemen bir 
son ver. Beni hemen gerçeğe kavuştur ki sevmeyi
tekrar öğrenebileyim...

Otuz sekiz yaşındaki Kitty Miller küçük bir dairede kedisiyle
yaşamaktadır. Liseden beri en yakın arkadaşı olan Frieda'yla birlikte
küçük bir kitabevi işleten Kitty'nin ailesi, arkadaşı ve kitabevi arasında 
geçen sıradan yaşamı bir gün başka bir yerde uyandığını 
fark etmesiyle allak bullak olur.

Daha önce hiç görmediği bu ev, onun evidir yine de. Başka bir
dünyada, başka bir aileyle ve başka arkadaşlarla farklı bir yaşam... Hangi
dünyanın gerçek, hangisinin rüya olduğunu bir türlü anlayamaz. Genç
kadının gerçek hayatıyla hayali yaşamını sorgulaması arasında geçen
bir süreç başlar. Bu iki dünya arasında bocalarken de travmalarıyla,
acılarıyla ve geçmişiyle yüzleşmesi gerekir. Peki ya gerçeklerle 
yüzleşecek cesareti yoksa?


Gerçekten beğenerek okuduğum bir romandı. Akıcı dili, sürükleyici konusu ile kitabın nasıl bittiğini anlamadım. Yukarıda da dediğim gibi, tercihlerimizin hayatımızı nasıl etkileyeceği hakkında da oldukça düşündürücüydü. Kitabın bir bölümünde otizme de değinilmişti. Üstelik, 60'lı yıllarda otizmli çocukların direkt annelerinin yüzünden böyle olduklarının düşünülmesi de bana oldukça sarsıcı geldi. 

Eğer hala bu kitabı okumadıysanız, bir şans verin derim. Bol kitaplı, bol örgülü bir pazar günü geçirmenizi dilerim...

5 Mart 2019 Salı

Bir Aşk İki Hayat (İzledim)



Merhabalar! Ben kitap okumayı sevdiğim kadar, film izlemeyi de severim. Bekarken ayda iki, bazen üç kez sinemaya giderdim. Sonra evlilik, çoluk çocuk derken film keyfimi DVD izleyerek devam ettirdim. Şimdi de ara ara sinemaya gitmeye çalışıyorum. 

Geçenlerde annemler ile bir sinema programı yaptık. Annem, teyzem, kız kardeşimin kayınvalidesi ve ben... Gayet eğlenceli bir ekip olduk doğrusu. Kardeşin niye yok derseniz, O çalışıyor :) 

Bergüzar Korel'i de, Engin Akyürek'i de çok beğenirim. Aslında hepimiz beğendiğimiz için bu filmi seçtik. Açıkçası pişman da olmadık. Zaman zaman dokunaklı, zaman zaman gülümseten hoş bir aşk hikayesi idi.


Engin Akyürek, film piyasasında tutunmaya çalışan bir yönetmen. Çok tatlı bir köpeği var. Her şey bu köpeğin yürüyüşe çıkmak istemesiyle başlıyor. Köpeği yürüyüşe çıkartırsa, hayatı bambaşka bir yöne gidiyor. Ama evde kalmayı tercih ederse bambaşka bir yöne... Filmde sık sık iki hayat arasında geçişler var. Biraz dikkatli izlemek gerekiyor. Çünkü iki hikayeyi birbirine paralel olarak izlerken, bazen akıl karışabiliyor. 

Bu film bende kader kavramını düşünme isteği uyandırdı. Spoiler vermekten korktuğum için çok fazla detaya girmek istemiyorum. Aynı insanlar, aynı mekanlar... Bizim seçimimize göre farklı gelişen olaylar... Hepsi birbiriyle ilintili. Bizim seçtiğimiz ya da seçmediğimiz bir şey başkalarının hayatını da etkiliyor. 

Yalnız sinema salonu ile ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Biz filmi Atlantis Cinemaximum'da izledik. Ama başımıza daha önce hiç yaşamadığım bir şey geldi. Sabahki ilk seansa gitmiştik. Koltuklara oturduktan biraz sonra ıslaklık hissettik. Bir baktık ki, hepimiz sırılsıklam olmuşuz. Önce koltuklara bir şey döküldü sandık. Ama bizim tepkimizden sonra diğer sıralardan da aynı sesler yükselmeye başladı. Ne yapacağımızı bilemedik. Film de başlamak üzereydi. Kabanlarımızı katlayıp onların üzerine oturduk. Film bittikten sonra tüm koltukların ıslak olduğunu öğrendik. Yetkililerle görüşmeye gittiğimizde,  akşam salonun koltuklarının yıkandığını söylediler. Sırayla her salonun koltukları yıkanıyormuş. Anlayacağınız o gün piyango bize vurmuş. Şaka gibi... O gün yetkililere sesimizi duyuramadık. Ama buradan yazmasam içimde kalacaktı. Tamam, koltuklar yıkanacak elbette. Ama bizi de mağdur etmemenin bir yolu bulunmalıydı değil mi?

O gün bir şey daha dikkatimi çekti. Yazımın başında uzun zamandır sinemaya gitmedim demiştim. Eskiden sinema salonlarında patlamış mısır yenirdi. Evet hala yeniyor. Ama başka şeyler de yeniyor. Sağımızda, solumuzda hışır hışır poşet sesleri, çalan telefonlar arasında insanlar yakınlarıyla konuşurken, bir taraftan da börekler, hamburgerler yediler. Sanki sinemada değil de bir kafedeydik. Eskiden muhabbetine girince, kendimi yaşlanmış hissettim. Ama film izlerken insanların telefonla konuşması, börek, hatta hamburger yemesi de tuhaf geldi doğrusu...

Sonuç olarak, her şeye rağmen çok güzel bir gün geçirdim. Güzel bir film izledim. Eğer vaktiniz varsa, gidin, izleyin derim...

1 Mart 2019 Cuma

Hoş Geldin İlkbahar




Merhabalar! Bu yazıya şöyle güzel bir bahar dalı fotoğrafı yakışırdı elbette... Ama henüz burada bahar dalları açmadığı için, ben sardunyalarım ile yetineceğim :) Beni takip edenler sardunyaları ne çok sevdiğimi bilirler. Geçen yaz hepsi cılız kalmıştı. Kışa girerken eşimle birlikte onları budadık, temizledik ve kapalı balkona aldık. 

Bu balkonum kışın pek güneş almaz. Oturduğum sokak hep rüzgarlı ve serin olduğu için de, sardunyalarım çiçek açmaz. Ama geçen gün onlara böyle güneş vurduğunu görünce, içim sevinçle doldu. Hemen fotoğraflarını çekiverdim. Umarım en kısa zamanda çiçek açmış hallerini de paylaşırım.

Ben ilkbaharı çok severim. Kışın kasvetli, karanlık günlerinden sonra güneş yeniden yüzünü gösterir. Ağaçlar çiçek açmaya, kuşlar cıvıldamaya başlar. Hele nisan geldi mi, güneş tatlı tatlı ısıtır bizi. Balkonda hafif hafif çay, kahve keyifleri yapılır. Açık havada keyifli yürüyüşlere çıkılır...

Ah benim bir karış havada aklım! Hayallere dalıverdi hemen... Eh, insan ikizler burcu olunca böyle oluyor tabii :) Yani ilkbaharı bir başka severim ben. Ama bugün daha martın biri... Güneş var, fakat hava hala çok soğuk. Her an mart kapıdan baktırıp, kazma kürek yaktırabilir; ki ülkenin pek çok yeri bu durumda...

Ama olsun, resmi olarak ilkbahara girmedik mi? O hava illa ki ısınacak. Eh, ne diyelim o zaman, hoş geldin ilkbahar...

26 Şubat 2019 Salı

Bir Buket Aşk - Debbie Macomber



Merhabalar! Aslında çok gecikmiş bir yazıyla karşınızdayım. En azından, haftada bir kez buraya uğramak istiyorum. Fakat zaman nasıl hızla akıp gidiyor, anlamıyorum... 2017 sonunda tüp mide ameliyatı olduktan sonra, hayatıma farklı öncelikler girdi. Sağlıklı bir hayat sürmek ve kilomu korumak için bu öncelikleri devam ettirmem gerekiyor. Bu da, zaman zaman oldukça yorucu olabiliyor. Eskiden kitap okumak, blog ziyaretleri ve yazı yazmak gibi pek çok şeyi gece, herkes yattıktan sonra yapardım. Şimdi erkenden uykum geliyor. Gün içinde de, eşim ve kızım ile ilgilenmem gerekiyor. Dolayısı ile pek zamanım kalmıyor. Bu anlamda instagram biraz daha pratik oluyor tabii. Yine de bulduğum ilk fırsatta buraya koşuyorum :) Umarım sizleri küstürmemişimdir. 

Bu kadar dertleşmek yeter sanırım. Artık kitaptan söz etsem iyi olacak... Bir Buket Aşk, Küçük Mucizeler Dükkanı serisinin son kitabı. Aslında, kitap ülkemizde yayınlanır yayınlanmaz almıştım. Ama bir türlü okumak istemedim. Sanırım örgü örmeyi çok sevdiğim için bu serinin bende ayrı bir yeri ver. Lydia ve dükkana gelen diğer kahramanlar benim arkadaşım gibi oldular. Kitabı okuyup, bitirirsem onlarla vedalaşmak zorunda kalacakmışım gibi hissettim. Umarım Debbie Macomber bu seriyi devam ettirir ve en kısa zamanda dilimize de çevrilir.


Lauren, uzun süredir birlikte yaşadığı sevgilisi ile evlenip, çocuk sahibi olmayı hayal etmektedir. Ancak Todd aynı fikirde değildir. Lauren'ın içindeki özlem, kendisinden üç yaş küçük kız kardeşinin hamile olduğunu öğrenmesiyle iyice artar. Evet kardeşi için mutlu olmuştur, ama zaman kendisinin aleyhine işlemektedir. Çalıştığı mücevher dükkanının sahibi, kendisinin en yakın arkadaşıdır. Tesadüfe bakın ki, arkadaşının üniversite öğrencisi bekar kızı da hamile kalmıştır. Lauren tam bir çıkmazdadır. Todd ile konuşmaya karar verir. Ya evlenecekler ya da ayrılacaklardır... Lauren Bir Yumak Mutluluk'un önünden geçerken Lydia ile karşılaşır. Vitrinde gördüğü bebek battaniyesini kardeşinin bebeği için örmeye karar verir. Yün almaya gittiği gün orada Bethanne ile karşılaşır. Bethanne'yi daha önce okuduğumuz iki kitaptan tanıyoruz. Ama serinin önceki kitaplarını okumadıysanız sorun etmenize gerek yok. Konuyu çabucak kavrarsınız. Bethanne parti işini iyice büyütmüştür. Şu anda Max ile evli olmasına rağmen, eski kocası Grant onları sürekli rahatsız etmektedir. Max'in işinin başka bir şehirde olması ve Bethanne'nin kızının, sürekli babasının oyunlarına alet olması da işleri oldukça zorlaştırmaktadır. Bu arada Bethanne'nin gelini de hamiledir. Lauren, artık Todd'dan kesinlikle ayrılmaya karar vermiştir. Tam bu sırada Max'in en yakın arkadaşı ile tanışır. Lydia ise dükkanı ayakta tutmakta zorlanmaktadır. Ama etrafta Bir Yumak Mutluluktan alınmış yün sepetleri dolaşmaya başlar. Bu sepetler topluma açık alanlarda bulunur. İçinde ör beni yazan bir not vardır. Herkes biraz örüp, bırakacak; ortaya bir atkı çıkacak ve atkıyı bitiren kişi Lydia'ya teslim edecektir. Bu atkılar ihtiyacı olan insanlara verilecektir. Bu sosyal sorumluluk projesi için herkes Lydia'yı tebrik eder. Ama bu fikir Lydia'nın değildir. Bakalım, bu üç kadın hayatını yoluna sokabilecek mi? Gizemli sepetleri kimin bıraktığı anlaşılabilecek mi? Okuyun ve öğrenin :))


ARKA KAPAK

Kusursuz bir düğün yapmak
sonsuza kadar mutlu olmayı garantiler mi?

Kasabanın örgü dükkanında buluşan birbirinden farklı üç kadın,
sorunlarını çözerken arkadaşlıklarından güç alırlar.
Lydia evliliğinde mutluluğu bulmuştur ama evlatlık kızı ve işinin
geleceği için endişe etmektedir.
Bethanne hala kocasına deliler gibi aşıktır ama uzun mesafe ilişkiyi
yürütmek gittikçe zorlaşmıştır ve eski kocası da onu
geri kazanmada kararlıdır.
Lauren her zaman evlenmeyi ve bir aile kurmayı hayal eder
ama uzun süredir beraber olduğu erkek arkadaşı evlenmeye
yanaşmamaktadır. Hayatına bir anda giren bir yabancı hep hayal
ettiği mutlu sona onu taşıyabilecek midir?
Üç kadının hayatı beklenmedik şekillerde kesişirken, umulmadık
olayların ve sevginin hala önlerinde uzanmakta olduğunu fark ederler.


Her zamanki gibi, Bir Yumak Mutlulukta olmaktan büyük keyif aldım. Tipik bir Debbie Macomber kitabı idi. Sade, güzel ve her ne olursa olsun pozitif... Elinize çayınızı, kahvenizi alın, bir köşeye çekilin ve Blossom Caddesi'nde gezintiye çıkın. Böyle kitapları seviyorsanız, pişman olmazsınız. Keyifli okumalar...



Görüşleriniz Benim İçin Değerlidir!

Zaman ayırıp, yorum yaptığınız için teşekkür ederim. Yorumlarınız onaylandıktan sonra görüntülenecektir. Reklam ve hakaret içeren yorumları yayınlamıyorum. Düşüncelerinizi bekliyorum...